28 ŞUBAT ve OMÜ İZLERİ
ERSAN SALİHOĞLU
Haber Kategorisi | : Güncel Haberler |
Okunma Sayısı | : 2542 |
Haberin Yazarı | : Yönetici |
Haberin Kaynağı | : Site Yönetimi |
28 ŞUBAT ve OMÜ İZLERİ
“Umut bir tohumsa kefen zarında,Gün olur fışkırır bir orman olur.
Bir adım atarsak kafes kırılır,
Belki birden erir zincirlerimiz.”
Yürüyüşümüzün önderi merhum Mehmet Akif İnan ağabeyimizi rahmetle anıyoruz. Beyinlerimize ve gönüllerimize vurulan zincirlerin kırılması için daha çok konuşmalı, daha çok bir araya gelmeli, daha çok yazmalı ve daha çok anmalıyız. Daha gür seda ile zalime zalim diyebilmeliyiz. Zalimi sevenlerle aramıza mesafe koymalı, ödüllendirmemeliyiz.
Hasan El-Benna’dan İskilipli Atıf Hoca’ya, Metin Yüksel’den Malcolm X’e, Abbas Musavi’den Zelimhan Yandarbiyev’e kadar birçok sembol ismin Şubat ayında şehit edilmesi nedeniyle “Şubat ayı şehadet ayı”dır . Şahitliğimizi doğru yapmalı şahitliğimizi şehitlikle taçlandırması için İlahımıza Allah’ımıza yalvarmalıyız. İslama ve Müslümanlara zulüm ayı, 28 Şubat post modern darbesinin ayı Şubat ayındayız. Bu ay İslam coğrafyasında katliamların yapıldığı sadece İslam üzere oldukları ve başka yol seçmedikleri için hunharca öldürülen insanların ayındayız. Hama katliamı, El Halil Katliamı bu aydadır. İnançlarını canlarının şahitlikleri ile ispatlayan insanların şehitlik mertebesine ulaştıkları aydır.
Şahitlik-Duruş göstermek-Kamu Oyu oluşturmak- Mazlumun yanında yer almak ve zalime karşı durabilmek demek gerektiğinde canından vaz geçmek demektir. 28 Şubat’ı OMU (Ondokuz Mayıs Üniversitesi) özelinde anlatmaya çalışacağım. Ne söylersek muhakkak eksik kalacaktır. Anlatılmak istenen asla bir ajitasyon değildir. Rabb’den başkasından bir şey beklemeyen ve dilemeyen, dilenenlerin direnemeyeceğine inanan bir insanın düşeceği en son haldir ajitasyon.
ZULÜM BİZDEN SE BEN BİZDEN DEĞİLİM DURUŞU
Zulüm bizdense ben bizden değilim diyerek İsrail’in işgali altındaki Filistin Topraklarına gelerek 16 mart 2003 te Filistinlilerin evlerini yıkmak için gelen İsrail tankına kendisini siper eden ve aynı tank tarafından ezilerek öldürülen mazlumların Altın Saçlı kızı Racher Corrie kadar yürekli olabilmek adına.
Bizler 28 Şubatı Omü özelinde değerlendirirken 2000 yılında yapılan Rektörlük Seçimlerinde 297 oy alan Prof.Dr. Osman Çakır’ın yerine 71 oy alan Ferit BERNAY’In atanmasından sonraki süreçte başlamış gibi algılarız. 28 Şubat bundan 3 sene önce başlamış bir süreçtir. Olayın en hararetli yaşandığı dönemlerde üniversitemizde ve süreci etkili bir şekilde darbecilerin istediği şekilde destekleyen bir yönetim vardı. Yani zulmü yapanlar bizimle beraber namaz kılıyor, rükû ve secde ediyorlardı. YAŞ’ta alınan tavsiye kararları üzerine irtica ile mücadele edilecekti ve irticanın en belirgin göstergesi örtülü olmaktı.
Talimatlar üzerine güvenlik görevlisi sayısı artırıldı. Her okulun kapısına kılık kıyafet mevzuatı asıldı ve kapı önüne güvenlik görevlileri yerleştirildi. Önce sakal ve başörtülü öğrencilerin girmesi ile alakalı bir talimat varken zamanla bu talimat sadece başörtülü öğrencilere has kılındı. (Çünkü sakallı öğrencilerin içinde hedefte olmayan öğrenciler de vardı. Kılık Kıyafet kanununa muhalif giyinen başka öğrenciler de vardı ama onlar hedefte değillerdi).
Öğretim üyelerine derslerine giren öğrencilerle alakalı bilgilendirmeler yapıldı. Derhal soruşturma açılacaktı. (Münferit birkaç direniş oldu ama genel olarak bu bir soruşturma yarışına dönüştü)
Hocam yapmayın dediğimiz de yeni bir Tanrı’nın varlığını öğrendik. Zulüm yapanlar “Ne yapalım EMİR KULUYUZ diyorlardı.
Öğrenci aileleri dahi kayıtlarda ve mezuniyet törenlerinde kampüslere başörtülü alınmadı. Süreç ve baskı o kadar düzenli olarak yapılıyordu ki: Mütedeyyin insanlar bile şunu söyleyebiliyordu: Açın kardeşim yasa var işte yâda bırakın zaten kadınlar okumasa da olur.
Bu süreçte Refah Partililere zulüm yapılıyor algısı ile hareket edildiği için kimse üzerine almıyordu. Malum olmak üzere 28 Şubat darbesi, Dönemin Başbakanı Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin ERBAKAN ve ekibine karşı yapılıyordu. Yani mazlumun adı vardı. (İrticacı-Yeşil Kominist-Gerici-Yobaz bir kitleye karşı idi)
Süreci korkuya yönettiriyorlardı. Herkes işinden aşından rahatından olmak istemiyordu. 11 EKİM 1988 "İnanca Saygı, Düşünceye Özgürlük İçin El Ele" eylemine katılan Van 100.yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dursun ODABAŞ bütün akademik unvanları elinden alınarak, kamu hizmetlerinden mahrum edilerek, tazminat hakkı olmadan irtica ile mücadele kapsamında görevden alındı. Bu haberler çok etkili oluyordu. Öz eleştiri yapmak gerekirse korku hepimizin içine sinmişti. Evlerde ailelerimiz sürekli telkin ediyorlardı aman bir şeye karışmayın, çoluk çocuk ne yaparız. Arkadaşlarımız çekiyordu bir şeyler söylemek istediğimiz de ama inanın söylüyorduk. Çoğu zaman yüksek sesle.
Ferit BERNAY ve ekibinin görevlendirilmesinden sonra süreç zaten yoluna girmişti. Bu kez OMU’de Osman Çakır’ın kadrolaştığı iddia edilen ekip temizliği başlanmıştı. Araştırma görevlilerinin işlerine son veriliyor. Öğretim görevlileri sürülüyor, soruşturmalar açılıyor, idari personeller baskı altına alınıyordu. Toplantılar aba altından değil direkt sopa göstererek ve tehdit ederek başlıyordu. Cuma günleri camiye giden memurlar kameralara alınıyor. Sivil halkın yardımları ile yapılan Kampüs camisine sivil halk alınmıyor. Bayan öğrencilerin cami avlusunda dahi başörtüsü ile bulunmasına müsaade edilmiyor, sadece namaz kılarken hanımlara ait kısımda karışılmıyordu. Cami hutbelerinde ve minberlerde ilahiyatçı Hocalar börtü böcekten bahsediyor, suya sabuna dokunmadan Allah’ın emirlerini anlatıyorlardı. Bu günlerde çok revaçta olan bir kısım Hocalara karşı kanımın ısınmamasının sebeplerinin başında yaşanan süreçte gösterilemeyen duruş gelmektedir.
Yönetime yakın olan memurlar korunuyor kollanıyor diledikleri şekilde çalışıyorlardı. İspiyon, şikâyet, terbiyesizlik, hele ürkek arkadaşlar için uygulanan mobing zirvede idi. Amirlerin bu memurlara gösterdikleri müsamaha ise üst seviyede idi. Siz şikâyet ettiğinizde ki edemezsiniz de, cesaret ettiğiniz de dinlenirdiniz veya dinlenmezdiniz, asla şikâyet sebebi olunan sorunla ilgili bir şey yapılmazdı. Aksine birkaç kez aynı şikâyeti dile getirdiğiniz zaman “bıkmadın mı?” deniverirdi. Sizin sorun olarak gördüğünüzün çözümü olmazdı yani. Mahkemelere düşmek ise başka bir garabet lehinize karar verilmesi mümkün olmazdı besbelli. Sürgün edilen ve işlerine son verilen arkadaşların yaşadıkları bu sayfalara sığacak gibi değil. Acı olan ise o günlerde bu alçaklıklara yapan kişilerin bu günler de aynı yalaka halleri ile kabul görüyor olmalarıdır. Jurnallerine devam etmeleri ve onların jurnalleri ile mütedeyyin arkadaşların sürgünlere gönderilmeleridir. Zaman zaman bu konularla alakalı çıkışlarımız devam ediyor. Durmadan yorulmadan bunları dile getirmeye devam edeceğim.
Zulmü duyurmak ve kamuoyu oluşturmak için Samsun Eğitim-Bir-Sen Şube Başkanı Sayın Necmi MACİT, ağabeyin görevlerinden atılan arkadaşlarımızın sendikamız üyesi olmamalarına rağmen Zalimin ve mazlumun kimliği önemli değildir. Önemli olan zulme karşı durabilmektir diyerek ortak tepki göstermek için KESK ve KAMU-SEN şubelerine yapılan teklif KAMU-SEN tarafından destek görüyor ortak hareket ediliyordu. KESK malumunuz üzere bu ortaklığın içinde yer almadı. Ülke genelinde olduğu gibi OMU’de de KESK referans alınan kurumlardan idi. Bu anlamda davet gönderilmesi dahi iyi niyet göstermekten başka bir şey değildir. O günlerde birlikte hareket başarısı göstermiş olan Eğitim-Bir-Sen ve Türk-Eğitim-Sen Şube Başkanlarına ( Necmi MACİT ve Hamdi KOÇAK) çalışmalarından dolayı teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu günlerde anlamlandıramadığım şey ise KAMU-SEN’in KESK ile zaman zaman eylem kardeşliği yapıyor olmasıdır.
Omu-Der ve Alperen Ocakları’nın da destekleri ile ortak bir bildirge hazırlanarak durumun kamuoyuna yansıması çalışmaları başlatıldı. Maddi ve manevi mağdur edilen arkadaşların yanında yer alındı. Sendika avukatları davalarda destek oldular. Protestolar, eylemler düzenlendi. Paydaşlarımızla Müsiad, EBS, TES toplantılar yapıldı. Destek için imza kampanyası düzenlendi. 40 000 in üzerinde imza toplanarak meclise gönderildi. Bu süreçte bir kısım siyasetçilerin kendilerine yapılan şikâyetlere karşı “Rektör biz ne dersek onu yapıyor sorunumuz yok” yaklaşımlarını ve birkaç akrabasını Üniversitede işe koymak için Rektörü destekleme bedbahtlığı yaşayanını da gördük. Siyasetteki yerini kaybetmek pahasına Üniversitede yaşananları sürekli gündeminde tutan Cemal Yılmaz DEMİR ağabey gibi siyasetçiler de gördük. (Necmi Macit ağabeyim Üniversitedeki birçok iyi arkadaşımızın uğradığı akıbete uğrayarak bu günlerde Kavak Meslek Yüksek Okulunda sürgün hayatını yaşamakta.)
Süreçte sendikalara üye olmak taraf olmaktı bu tarafgirlikten rahatsız olan birçok üyeler sendikalardan istifa ettiler. Ettirildiler. İşlerinizin olması veya olmaması buna bağlı idi. Diğer yandan Bölüm Başkanlarının, Müdürlerin sendika temsilcileri tarafından ziyaret edildiklerini, üye formu bıraktıklarını ve bu formların çalışanların masalarına “doldurun” talimatı ile bırakıldığı ve “öğleden sonra isteniyor” telkini ile rahatsız edildiği günleri yaşadık.
Yazıya başladıktan sonra bu konunun makale olarak anlatmaya çalışılmasının zorluğunu anladım ama sanırım biraz geç oldu. Hepimizin üzerinde derin izler bırakan 1000 yıl sürecek denilen bu süreçte yaşananların devamını bir başka şubat ayında anlatabilmek nasip olur mu bilmem. 1000 yıl sürmedi ama etkileri 1000 yıl anlatılacak kadar çok olan bir süreci kısacık sayfalarda anlatmak çok mümkün görünmüyor. Bu sebeple paneller düzenleniyor. Genç Memur-Sen, Genç İHH ve Öğrenci Konseyinin düzenlediği panelimize katılanlar çok daha şanslı idiler. 27 Şubat Cumartesi Günü Sinop’ta tekrar gündemimiz 28 Şubat olarak programımız olacak. Katılabilecek olanları bekliyoruz.