BİR DİL NASIL KORUNUR?

ŞAKİR ALBAYRAK,EMEKLİ EDEBİYET ÖĞRETMENİ


Haber Kategorisi : Köşe Yazıları
Yayınlanma Tarihi : 29 Kasım 2024 14:35
Okunma Sayısı : 165
Haberin Yazarı : Yönetici
Haberin Kaynağı : Site Yönetimi


BİR DİL NASIL KORUNUR?

Bu başlıktan, bütün dillerin aynı usullerle korunacağının

mümkün olduğu anlaşılıyor. Dilin korunması için “Dil”

kavramının tamamen anlaşılması lâzımdır. Bu kavrama ilişkin

kaideler hakkında bilgi sahibi oldukça koruma gücümüz

tabiatıyla artacaktır.

Dil için üstatlar, canlı varlık, demiş. Öyleyse doğma, yaşama,

ölme kuralına bağlıdır diller. Ölmüş bir kelimeyi kayıtlarda

bulup kullandırmaya zorlamak bilimsel değildir. Divan-ı Lügat-

it Türk’te “mah” kelimesi buyurun, alın anlamında iken TDK’de

yok. Benim memleketimde ise köpekleri yallarken yalak

yakınında olmayan köpeklerin yalağa gelmesini teminen

yüksek sesle “Mah ,Mah.,” şeklinde söylenerek gelmeleri

beklenir ve gelirler.

Hep böyle terslikler devamlıdır demek da doğru değildir. Yine

anılan kaynakta, “tokımak” kelimesi, oğlan çocuğu dövmek

anlamındadır. Bu kelime mevcut sözlüklerde yoksa da yine

benim yöremde, Gelirsem seni tokurum, cümlesini çok

duydum. Kadim dilimizde varlıklarından dolayı, bunları hayata

dahil mi etmeliyiz.

Meseleye akademik açıdan değinmeyeceğiz. Dili bozan asıl

unsurlar, yabancı dil kurallarının sinsice devreye sokulmasıdır.

Girmesidir, demiyorum zira bu keyfiyet kendiliğinden cereyan

etmiyor. Sinsice devreye sokuluyor. Yabancı hayranlığı ve

yabancıyı üstün görüp üstün tutma keyfiyetidir, bunun sebebi.

Açıklamaları dile ilişkin yapmadan önce, bir bina misaliyle işe

başlayalım. Bir bina tasavvur ediniz. Bunu, yıkmak ortadan

kaldırmak için kısacası bina özelliğinin ortadan kaldırılmasını


sağlamak için bütün tuğlalarını ve tuğlaya bağlı unsurlarını

binadan ayırıp atsak bina yok olur mu? Olmaz elbet. Binayı

oluşturan ana unsurlar varlığını sürdürdüğü sürece bina

varlığını sürdürür. Binanın temelin oluşturan unsurları infilak

ettirsek bina oma özelliğini tamamen yitirir. Öyle değil mi?

Bunun dildeki karşılığı var elbet. Dilin varlığı şüphesiz cümleyle

kaimdir. Cümle kuracak yapıyı kaybedenlerseniz diliniz sizin

diliniz olmaktan çıkar. Esas mesele budur zaten.

Türkçe cümlenin yapısı, özne tümleç ve fiil sıralamasından

müteşekkildir. Bu ana yapıyı koruduğunuz sürece aradaki

dolgular dilin bozulmasına sebep olamaz. Kısa sürecek

metnimin örneklerle bitmesini istiyorum.

Eczane Gözde, yanlışken Gözde eczanesi dorudur. Kanal 1

yanlışken 1. Kanal doğrudur. Kat1, daire 1 anlatımları Türkçe

değildir. Doğrusu, 1. Kanal, 1. Kat, 1. Dairedir. Rüzgarlı sokağı,

yanlış. Rüzgârlı sokak, doğrudur. En çarpıcı örnek ise “ Bu

şehr-i İstanbul ki bi misl ü bahadır/ Yek sengine bir acem

mülkü fedadır.” Nedim. Bu ifade Türkçedir. Niçin sorusuna

gerek yok. Birinci ve ikinci mısralardaki “baha-dır, feda-dır.”

Kelimelerindeki dır” ekleri, bu cümlenin Türkçe olmasının

sebebidir. Bu mısralardaki” bu, ki, -dır; ikinci mısradaki “bir, -

dır” unsurları Türkçedir. Bir bütün olduğu yönünden ele

alırsak mısralar Türkçedir. Anlamadım ki bu nasıl Türkçe,

derseniz bilmediğiniz kelimeler için sözlüğe bakmanız

anlamanıza sebep olacaktır. Bir binaya çeşitli farklı tuğlalar

koymak, binanın bina olmasına nasıl mâni olmuyorsa bir dilin

muhtaç olduğu kelimeleri yabancı dilden almaları dili bozmaz.

Yeter ki cümleyi oluşturan unsurlar bozulmasın. Futbol, gol,

korner, skor kelimeleri muhtemelen İngilizcedir. Maç

anlatıcıları, çok sık kullanıyorlar. Türkçe bozulmuş mu oluyor.


Yeter ki tamamlamaları ve ana unsurları doğru kullanalım.

Nedim’in bu beyti ile millî edebiyatın başladığı olduğu

söylenir.

Dili korumak için kadim kelimeleri veya batı dillerinden gelmiş

kelimeleri, dilden atıp yerine masa başı kelime türetmeye

çalışmak bilimsel bir çaba değildir. Toplumun ihtiyacı olan

unsurların yerli kaynaklardan gelmesi, isimlerinin de yerli

olmasını sağlar. Bir icat yapmadıysanız başkasının icadına

masa başı isim takmanız sırıtır.

Dildeki kelimelerin asıl kaynağı, durağanlık ve hareketliliktir.

Çok basit bir örnekle belirtmeliyim ki bana çok ilginç gelmişti.

Bir gün haftalık hap kutuma hapları sıralarken ev içi

konuşmalarında kekelemesi olmayan torunum da yanımdaydı.

Merakla izliyordu. Ben parmaklarımın kütlüğü yüzünden

hapları bir peçete üzerin koyduktan sonra onları, bir pul

maşasıyla teker teker kurunun gözlerine koyuyordum.

Torunumun, dede ben koyayım isteği anlaşılan heyecanını

görünce, Pul maşasını göstererek bu nedir sorusunu

sorduğumda” Dedeciğim, o, hap koyacağıdır.” deyiverdi. Bunu

ilk defa görmüştü. İsmini de koydu. Dilin bütün unsurlarının

belirmesinde buna benzer hikâyeler illa ki vardır.

1935 senesine ait bir gazete küpüründe (küpürün, Türkçesi

kesiktir. Gazete kesiğinde mi deseydim, deseydim kimse

anlamazdı.) ilk tip televizyon ekranının fotoğrafı vardı.

Fotoğrafın altında “Uzağı gösteren neşriyat ekseri ecnebi

memleketlerde başladı” ibaresi vardı. Bunu şimdi şöyle ifade

ederiz: Televizyon yayını birçok yabancı ülkede başladı.”

Şakir Albayrak,

Emekli Edebiyat Öğretmeni.

28.11.2024,16.53, Çekmeköy.


LinkedIn'de Paylaş
'de Paylaş
Telegram'da Paylaş
WhatsApp'da Paylaş