BİR DİL NASIL KORUNUR?
ŞAKİR ALBAYRAK,EMEKLİ EDEBİYET ÖĞRETMENİ
Haber Kategorisi | : Köşe Yazıları |
Okunma Sayısı | : 165 |
Haberin Yazarı | : Yönetici |
Haberin Kaynağı | : Site Yönetimi |
BİR DİL NASIL KORUNUR?
Bu başlıktan, bütün dillerin aynı usullerle korunacağının
mümkün olduğu anlaşılıyor. Dilin korunması için “Dil”
kavramının tamamen anlaşılması lâzımdır. Bu kavrama ilişkin
kaideler hakkında bilgi sahibi oldukça koruma gücümüz
tabiatıyla artacaktır.
Dil için üstatlar, canlı varlık, demiş. Öyleyse doğma, yaşama,
ölme kuralına bağlıdır diller. Ölmüş bir kelimeyi kayıtlarda
bulup kullandırmaya zorlamak bilimsel değildir. Divan-ı Lügat-
it Türk’te “mah” kelimesi buyurun, alın anlamında iken TDK’de
yok. Benim memleketimde ise köpekleri yallarken yalak
yakınında olmayan köpeklerin yalağa gelmesini teminen
yüksek sesle “Mah ,Mah.,” şeklinde söylenerek gelmeleri
beklenir ve gelirler.
Hep böyle terslikler devamlıdır demek da doğru değildir. Yine
anılan kaynakta, “tokımak” kelimesi, oğlan çocuğu dövmek
anlamındadır. Bu kelime mevcut sözlüklerde yoksa da yine
benim yöremde, Gelirsem seni tokurum, cümlesini çok
duydum. Kadim dilimizde varlıklarından dolayı, bunları hayata
dahil mi etmeliyiz.
Meseleye akademik açıdan değinmeyeceğiz. Dili bozan asıl
unsurlar, yabancı dil kurallarının sinsice devreye sokulmasıdır.
Girmesidir, demiyorum zira bu keyfiyet kendiliğinden cereyan
etmiyor. Sinsice devreye sokuluyor. Yabancı hayranlığı ve
yabancıyı üstün görüp üstün tutma keyfiyetidir, bunun sebebi.
Açıklamaları dile ilişkin yapmadan önce, bir bina misaliyle işe
başlayalım. Bir bina tasavvur ediniz. Bunu, yıkmak ortadan
kaldırmak için kısacası bina özelliğinin ortadan kaldırılmasını
sağlamak için bütün tuğlalarını ve tuğlaya bağlı unsurlarını
binadan ayırıp atsak bina yok olur mu? Olmaz elbet. Binayı
oluşturan ana unsurlar varlığını sürdürdüğü sürece bina
varlığını sürdürür. Binanın temelin oluşturan unsurları infilak
ettirsek bina oma özelliğini tamamen yitirir. Öyle değil mi?
Bunun dildeki karşılığı var elbet. Dilin varlığı şüphesiz cümleyle
kaimdir. Cümle kuracak yapıyı kaybedenlerseniz diliniz sizin
diliniz olmaktan çıkar. Esas mesele budur zaten.
Türkçe cümlenin yapısı, özne tümleç ve fiil sıralamasından
müteşekkildir. Bu ana yapıyı koruduğunuz sürece aradaki
dolgular dilin bozulmasına sebep olamaz. Kısa sürecek
metnimin örneklerle bitmesini istiyorum.
Eczane Gözde, yanlışken Gözde eczanesi dorudur. Kanal 1
yanlışken 1. Kanal doğrudur. Kat1, daire 1 anlatımları Türkçe
değildir. Doğrusu, 1. Kanal, 1. Kat, 1. Dairedir. Rüzgarlı sokağı,
yanlış. Rüzgârlı sokak, doğrudur. En çarpıcı örnek ise “ Bu
şehr-i İstanbul ki bi misl ü bahadır/ Yek sengine bir acem
mülkü fedadır.” Nedim. Bu ifade Türkçedir. Niçin sorusuna
gerek yok. Birinci ve ikinci mısralardaki “baha-dır, feda-dır.”
Kelimelerindeki dır” ekleri, bu cümlenin Türkçe olmasının
sebebidir. Bu mısralardaki” bu, ki, -dır; ikinci mısradaki “bir, -
dır” unsurları Türkçedir. Bir bütün olduğu yönünden ele
alırsak mısralar Türkçedir. Anlamadım ki bu nasıl Türkçe,
derseniz bilmediğiniz kelimeler için sözlüğe bakmanız
anlamanıza sebep olacaktır. Bir binaya çeşitli farklı tuğlalar
koymak, binanın bina olmasına nasıl mâni olmuyorsa bir dilin
muhtaç olduğu kelimeleri yabancı dilden almaları dili bozmaz.
Yeter ki cümleyi oluşturan unsurlar bozulmasın. Futbol, gol,
korner, skor kelimeleri muhtemelen İngilizcedir. Maç
anlatıcıları, çok sık kullanıyorlar. Türkçe bozulmuş mu oluyor.
Yeter ki tamamlamaları ve ana unsurları doğru kullanalım.
Nedim’in bu beyti ile millî edebiyatın başladığı olduğu
söylenir.
Dili korumak için kadim kelimeleri veya batı dillerinden gelmiş
kelimeleri, dilden atıp yerine masa başı kelime türetmeye
çalışmak bilimsel bir çaba değildir. Toplumun ihtiyacı olan
unsurların yerli kaynaklardan gelmesi, isimlerinin de yerli
olmasını sağlar. Bir icat yapmadıysanız başkasının icadına
masa başı isim takmanız sırıtır.
Dildeki kelimelerin asıl kaynağı, durağanlık ve hareketliliktir.
Çok basit bir örnekle belirtmeliyim ki bana çok ilginç gelmişti.
Bir gün haftalık hap kutuma hapları sıralarken ev içi
konuşmalarında kekelemesi olmayan torunum da yanımdaydı.
Merakla izliyordu. Ben parmaklarımın kütlüğü yüzünden
hapları bir peçete üzerin koyduktan sonra onları, bir pul
maşasıyla teker teker kurunun gözlerine koyuyordum.
Torunumun, dede ben koyayım isteği anlaşılan heyecanını
görünce, Pul maşasını göstererek bu nedir sorusunu
sorduğumda” Dedeciğim, o, hap koyacağıdır.” deyiverdi. Bunu
ilk defa görmüştü. İsmini de koydu. Dilin bütün unsurlarının
belirmesinde buna benzer hikâyeler illa ki vardır.
1935 senesine ait bir gazete küpüründe (küpürün, Türkçesi
kesiktir. Gazete kesiğinde mi deseydim, deseydim kimse
anlamazdı.) ilk tip televizyon ekranının fotoğrafı vardı.
Fotoğrafın altında “Uzağı gösteren neşriyat ekseri ecnebi
memleketlerde başladı” ibaresi vardı. Bunu şimdi şöyle ifade
ederiz: Televizyon yayını birçok yabancı ülkede başladı.”
Şakir Albayrak,
Emekli Edebiyat Öğretmeni.
28.11.2024,16.53, Çekmeköy.