FELSEFE ve VAHDET


Haber Kategorisi : Köşe Yazıları
Yayınlanma Tarihi : 03 Haziran 2021 21:12
Okunma Sayısı : 1583
Haberin Yazarı : Yönetici
Haberin Kaynağı : Site Yönetimi

FELSEFE ve VAHDET

İnsanoğlunun başlangıcının, yaşama tarzlarının, düşünce 

birikimlerinin, medenî hamlelerinin sebeplerini zan ve kabule 

dayandırmanın kestirme adıdır “felsefe”. Vahdet ise Kur’an-ı 

Kerim’in buyurduğu hakikatlerin merkezidir, aslıdır. Felsefe, 

insan zekâsına dayalı düşüncelerin ürünüdür. Bundan dolayı 

insan sayısı kadar felsefî düşünce olsa yeridir. Sadece mâkes 

bulanlar bilinirler. Bu nedenle de zan ve kabule dayanmak 

zaruretine mahkûmdurlar. Bu zannı pekiştirmek için de 

felsefenin temel soruları adı altında, muhtelif sorular 

meydana çıkmıştır. Varlık, var mıdır? İyi de varlık, zaten var 

olmayı kabulün sonucudur. Var olmasa “var” dan varlık 

olmazdı. Yok da var olduğu için “yok ”tan da yokluk var 

olmuştur. Başka sorular da var: Ben neyim, nereden 

geliyorum, nereye gidiyorum, Evrendeki yerim nedir? Bu ve 

benzeri soruların cevaplanması işi, felsefe ve dine bırakılmış. 

Başlangıçta neler olduğuna dair bilgisiz olan insanlardan 

düşünceye dalanlarının bir çıkış aramaları sonucu bu sorular 

epeyce insan zihnini meşgul etmiştir. Doğru bilgi edinme 

kaynağını kabule yanaşmayanların kendi akıllarının erdiği 

çözümleri diğer insanlara dayatmalarından başka bir şey 

akıllarına gelmiyordu. Bütün bu çabalar, felsefî mesnetlerin 

oluşmasına sebep olmuştur. Bizde de sözde düşünenlerin 

yakalandıkları aşağılık komplekslerine mahkûmiyetleri sonucu 

bunların değirmenlerine su taşımaktan başka çare yok 

sanılmış, böylece de filozoflar zümresi ululanmış, tek çare 

oldukları zehâbına kapılınmıştır. Bilginin kaynağı olarak sadece 

aklın kabulünden başka bir şey değildir felsefe. Bilginin 

kaynağının akıl olduğu kabullenilince aklın her soruna çözüm 

üreteceği kabul edilmek zorunda kalınmıştır.

Aklın faaliyetlerinin sağlam duyulara dayandığını kabul edince aklın 

da yetersizliği anlaşılır aslında. İnsan kulağının 2000- 20000 

aralığındaki frekansları duyduğu, daha alt ve üst frekansları 

duymadığı biliniyor. Keza gözümüz, her ışığı göremiyor, 

dokunma duyumuz, her teması algılayamıyor. Aklın muhtaç 

olduğu organları sağlam değilse akıl nasıl doğru istidlal 

edebilir. Diğer taraftan duyu organlarımız, N.Ş.A’da işe 

yararlar. Ne kadar sağlam olurlarsa olsunlar kapasiteleri 

sınırlıdır. Öyleyse aklında faaliyeti sınırlı kalır. Bu da aklın 

vahye muhtaç olduğu gerçeğine gitmemize sebep olur. Zaten 

Vahy de akıllı insanlara hitap eder. Bu da bizi aklın muhtaç 

olduğu, akıllıyı-akılsızı var eden yegâne gücün, Kaadir-i 

mutlak’ın mesajına muhtaç olmamız gerektiği fikrine ulaştırır. 

Evreni var eden, elbette var ettiklerinin bir düzen içinde 

varlıklarını sürdürmelerini de murad etmiştir. Bunu bilmeleri 

için de insanlar arasından bidayette seçtiklerinin vasıtasıyla 

diğer insanlara kavim kavim, nihayetinde de bütün insanlığa 

ve son zamana şamil bir seçkin göndermiş, insanlığın kurtuluş 

yollarını Hz. Cebrail vasıtasıyla vahyetmiş, Peygamberlerini 

insanların kurtuluş ve saadetlerine vesile ve rehber kılmıştır. 

Peygamberlerin mesajlarının doğru anlaşıldığı zamanlarda ve 

yerlerde, felsefî çözümlere itibar edilmemiş, peygamberlerin 

rehberliğine itaat edilmiş, huzur ve saadete kavuşulmuştur. 

Tarih, ciddi bir tetkikten geçirildiğinde, bütün buluntulara da 

itibar edilerek bakıldığında insanlığın Peygambersiz

dönemlerinde veya peygamber mesajlarına itibar edilmediği 

zamanlarda huzur, güven ve saadetten mahrum, vahşî 

yaşadıkları görülecektir. Aslında böyle kapsamlı bir çalışma da 

yapılmış değil. Çukurluğu (deniz seviyesinden aşağı olma 

durumu) besbelli olan Lût gölünün bile bu gözle incelendiğini 

okumadık. İncelendiği halde okuyamadıksa bizim kabahatimizdir.

Bu inceleme bile gözleri açamaya kâfi 

gelecektir. Pompei buluntuları insan azgınlığının cezası olarak 

vasıflandırılabilir. Azgınlaşan insanların, toplulukların ceza 

kalıntıları aransa yer yer bulunacaktır. İnsan, geçmişinin 

azgınlıklarını atalarına yakıştırmak istemediğinden midir, ilk 

atanın maymun olduğu inancının sona ermesinden korktuğu 

için midir bilinmez, çok ciddi çalışmalara tevessül 

edilmemektedir. Bütün araştırmaların (istisnalar kaideyi 

bozmaz) kabullenilmiş bir tezin ispatını sağlamak için 

yapıldığından gerçeklerin ortaya çıkması geri planda kalıyor. 

Neden? Gerçekler acıdır, ortaya çıkınca acıtır

YAZAR-ŞAİR ŞAKİR ALBAYRAK


LinkedIn'de Paylaş
'de Paylaş
Telegram'da Paylaş
WhatsApp'da Paylaş