SON KALE
.....
Haber Kategorisi | : Köşe Yazıları |
Okunma Sayısı | : 2061 |
Haberin Yazarı | : Yönetici |
Haberin Kaynağı | : Site Yönetimi |
3
UMUT ÜLKE OLMAK
Savaş boyaları sürünmeye başlayan liderlere insanlık adına dur demek için, yeni katliamlar, cinayetler, tecavüzler, yeni yetimler olmasını engellemek için, tamamen çaresiz kalmış insanların gözlerinin içinde yeşeren umut ışıklarının sönmemesi için Umut Ülke Türkiye asla bir savaşa girmemelidir. UMUT ÜLKE OLMAK
2004 yılında Kuzey Osetya'nın Beslan Kasabasında Okulu basıp öğrencileri rehin alan teröristleri öldürmek adına büyük çoğunluğu öğrenci olan 330 kişinin öldürülmesine sebep olan Putin kural tanımaz bir diktatördür. Ukrayna'ya-Kırım, Gürcistan'a-Osetya nasıl bela edilmişse, şu an itibarı ile bizim de açık yaralarımızı kollamamız gerekiyor. Sıcak savaş olmasa bile. Soğuk savaş başımızı çok ağrıtacak gibi görünüyor. Putin iflah olmaz bir kindardır ve kesinlikle çok zekidir. Kuyruk acısını unutmayacağına eminim.
İran Şia'sının da Rus Jetinin düşürülmesi fırsatını kaçırmamak için yaptığı ortalığı kızıştıran açıklamaları ile sıcak veya soğuk bir savaş durumunda taraflarını da açıklamış olması, tarihi rakibimizin PKK’yı ve Ermeni örgütlerini destekleyerek kullanılabileceği gerçeğini ortaya çıkarıyor. Bunun yanında Suriye’ye konuşlanmış bu ülkelerin güçleri de cephe genişlemesine sebep olacak kadar büyük bir kıskacın içine bizi almış görünüyorlar. Boğazları kullanamayacak olması Rusların Akdeniz’e gönderdiği savaş gemisini yalnız bırakabilecek gibi görünüyor ama Akdeniz’de Rus varlığı da bir gerçek olarak önümüzde duruyor görünüyor. Sözde Lazkiye limanının güvenliği için yola çıkan bu Rus gemisinin içine dahi bakamayan bir Boğazlar Sözleşmesi dayatmasının elimizi kolumuzu nasıl bağladığını da görmüş oluyoruz bu arada. İçimizdeki Boğaz İstanbul projesine karşı çıkan vatan hainlerinin neye karşı çıktıklarını anlamaları için daha ne lazım gelir bilemiyorum. Tarihi sürece baktığımız zaman NATO ülkelerinin müdahale veya sözde yardım ettiği ülkelerin topraklarında savaşlar gerçekleşmiştir. Kore savaşında olduğu gibi. Bu da olası bir sıcak savaşın ülkemiz üzerinde gerçekleşmesi gibi bir felakete dönüşeceğini gösteri ki savaşın sonunda kazansak bile topraklarımız, şehirlerimiz ve insanlarımız mahvolur. ( Allah Korusun) Kötü bir tablo çizdiğimi düşünen olabilir ama görünen köy budur. Diğer taraftan savaşın insani anlamda kazanını olmamıştır asla da olmaz.
Herkes bilmeli ki; Biz büyük bir savaşa hazır değiliz. Savaşlar sloganlarla kazanılmıyor. Yıllardır uyutulmuş çağın dışında kalmış silahlarla ordusunu Avrupa ülkelerinin silah hurdalığı haline getirmiş yönetimlerin bunda çok büyük günahı var. Elin eşeğine binen çabuk iner. Milli silahlarımız büyük bir savaşı karşılayacak duruma gelmiş gibi de görünmüyor.
İnsanlığın uzun yıllarının kaybedilmesine sebep olmasından dolayı her zaman savaşın- terörün ve anarşizmin karşısında olduğumu belirtmek istiyorum. İHH Yetim Dayanışma Günleri kapsamında gittiğim ülkelerde kamplarda ve yetimhanelerde gördüğüm, gözlerine baktığım ve buz gibi ellerini tuttuğum çocuklar geliyor aklıma. Biz savaşın çocuklarının çoğalmasını istemiyoruz. Bu çocuklara uzanacak umut elleri Türkiye’de büyüyüp yeşerdi meyvelerini vermeye başladı. İyiliklerimizi büyütmekten başka çaremiz de yok. Umutsuz coğrafyalara muhakkak ekmek-aş ile birlikte umut götürüyoruz. Yarınlarda teknolojiler de götüreceğiz. Şimdilerde eğitimlerini sürdüren ümmet evlatları ülkelerini kurtarmak için ülkemizde gayretle çalışıyorlar. Ümmetin ayağa kalkıp şahlanacağı günlerin arifesinde bölgemizde oynanan oyunlara alet olmamak için muhakkak sonuna kadar barışı savunmalıyız
Süreç herkes için zor geçecek ama bizim için ve ümmet coğrafyası için daha zor olacak. Çünkü başı belaya girmiş bir Türkiye ümmete değil kendi içine döneceği için, toparlamaya çalıştığı ümmetin kıyıda köşede kalmış evlatlarına dokunan el de çekilmiş olacak. Türkiye sadece Türkiye'de yaşayanların değildir. Arakan, Patani, Bangsa Moro, başta olmak üzere Uzak Asya'nın mazlumları. Doğu Türkistan gibi Orta Asya'nın evlatları, Afganistan, Pakistan gibi mazlum halkların, kıyımızda devam eden savaşın çocukları Bilad-Şam'ın evlatlarının, Afrika çöllerinde susuz kalan siyah insanların, Ekvator ülkesine kadar Yetimlerin gözlerini diktiği bir UMUT ÜLKEDİR. Ümmetin umudunu tüketmeyin.
Üniversitelerde Çalışan İdari Personellere Biçilen Sözde Adalet Anlayışı
(Rahmeti 657 zahmeti 2547)
Bilindiği üzere ülkemizde çalışanlar işçiler ve memurlar olarak ikiye ayrılmıştır. Bu tanımlamanın da altında çeşitli çalışan grupları oluşturulmuştur. Ülkemizde memurların hakları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenmiş ve beğenelim veya beğenmeyelim bu yürürlüktedir.
Hak tesliminden ziyade memurların sorumlulukları be yükümlülükleri üzerine düzenlenmiş olan bu yasa ile Memurun iş güvencesi çok sıkı korunmuştur. İş güvencesi haricinde memura bir huzur eklediği de söylenemez. Çeşitli kurumlarda çalıştırılmak üzere istihdam edilmiş olan memurlar, her dönemde devletin aklını ve refleksini oluşturan hafıza görevi yerine getiren çalışanları olmuşlardır.
Biz bu yazımızla 12 Eylül ürünü 2547 YÖK kanunu ile yönetilen ve Rektörlerin saltanatına dönüştürülmüş olan üniversitelerde çalışan memurların halini anlatmak için başlangıç yapacağız. Üniversitelerde idari personellerin büyük bir çoğunluğu kadrolarının bulunduğu iş yerlerinde değil, 13-b/4 ( Üniversite Rektörü Gerekli gördüğü hallerde üniversiteyi oluşturan kuruluş ve birimlerde görevli öğretim elemanlarının ve diğer personelin görev yerlerini değiştirir veya bunlara yeni görevler verir), ile kadroları dışında çalıştırılmaktadır. Bu uygulamanın amacı memurları yeni kurulan ve kadrosu olmayan okullarda ve-veya işyerlerinde geçici ve kurucu olarak görevlendirilerek çalışmanın aksamasını engellemektir. Aynı zamanda Öğretim kadrosunu oluşturan Öğretim Elemanları, Öğretim Görevlileri, Okutmanların dersler verebilmek için görevlendirilmesini kolaylaştırmaktır. Amacı tamamen aksaklıkları engellemek olan bir kanunun üniversite yönetimleri tarafından çalışanlar üzerinde mobing tehdidi olarak kullanılıyor olması kesinlikle kabul edilemezdir.
Sorunlu çalışanlar için söz konusu maddenin kullanılması kolaycılığa gitmekten başka bir şey değildir. 657 sayılı kanunda ceza ve ödül yönetmelikleri vardır. Ama ne hikmetse amirler genel olarak cezalandırmayı bunu yaparken de “sürgün” anlamına da gelen “görev yeri değişikliği”’ni tercih eder.
Cezalandırmak için de mahkeme yolu açık olacak uygulamalara değil kolay olan görev yeri değişikliğini kullanırlar. Bu görevlendirmeler yapılırken hiçbir açıklama dahi yapmak ihtiyacı hissetmeyen amirlerin keyfi olarak da görevlendirmeler yaptıkları aşikârdır. İnsan onurunu rencide edici, tamamen
inisiyatifle kullanabilen bu maddenin muhakkak kaldırılması yâda idari personel için kullanılmaması gerekir. Bir keyfi uygulama da görevlendirmenin süresi ile alakalıdır. Bir yıl süre ile görevlendirilen personel süresi dolmasına rağmen eski görev yerine iade edilmemektedir. Emekli olana kadar bu
geçici görevlendirme ile çalışan memurların olması düşündürücüdür. Yeni bir birim açılırken kadrosu ile birlikte açılması çözüm için kolaylaştırıcı olacaktır.
Üniversitelerde idari personeller için üst kadrolar tanımlanmıştır. Bu kadrolar: Şef, Şube Müdürü, Fakülte ve Yüksekokul sekreterlikleri, Daire Başkanlıkları ve Genel Sekreter-Yardımcıları gibi kadrolardır. Memurların bu kadrolarda görevlendirilmeleri yâda atanmaları sınavla olabilmektedir. Üniversite yönetimleri bu sınavları yaparak layık olan memurların görevde yükselmelerine ve unvan değişiklilerine olanak sağlamaları gerekmektedir. Burada da Üniversite yönetimi hülle yoluna giderek sınav ile alınması gereken kadroları diledikleri kişilere atama yolu ile verebilmektedir. Yüksekokul/Fakülte Sekreteri olarak atanan memurların şube müdürü olarak görevlendirilmesi yasal olsa bile etik değildir. Diğer yandan bu kadrolara akademik personellerin atanıyor olması da kurum çindeki adalet olgusuna zarar vermektedir.
Üniversitelerde çalışan idari personeller 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanununda adı bile geçmeyen çalışanlardır. Anlamlandırılamayan durum şudur ki, ceza verilecekse 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa gör cezalandırılan idari personelin, Yükseköğretim Personeli olmamasından dolayı ödüllendirilmemesidir. Diğer Öğretim Elemanları ile İdari Personel arasında devam eden sessiz savaş gözden kaçmamaktadır. Özellikle son yıllarda yapılan düzenlemelere rağmen Öğretim Elemanları ile İdari personel arasında hak ve adalet arayışı tek taraflı olmaktadır. Üniversiteler öğrenci, öğretim elemanı ve idari personeliyle bir bütündür, bu bütüne hizmet alımları ile dâhil edilen şirket personeli çalışanlarını da katmak gerekir. Üniversiteler öğrencisiz düşünülemez. Öğrencinin
kayıt aşamasından mezun olana kadar, geçen süreçte bütün evrak işlerinden, kullandıkları mekânların bakım, onarım, temizliğine kadar her aşamasında idari personelin teri vardır. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Yardımcı personelin görevini yapmadığı bir okulda kokudan öğrenen de öğretende sağlıklı olarak eğitim yapamayacaktır. Diğer yandan Emeğin ve alın terinin maddi değerinin yanından manevi bir değeri vardır. Ekonomik olarak yüksek karşılığı alan çalışanların bunu manevi üstünlük olarak da yansıtıyor olması en hafif tanımı ile egoistliktir. Bunu baskı unsuru olarak kullanan insanların varlığı da inkâr edilmeyecek bir gerçektir. İnsan merkezli olmayan bakış açıları, sorunların kanunların gölgesinde büyütmekten başka bir şey değildir.. Alt kadrolarda çalışan idari ve akademik personel üzerinde oluşan baskı etkisi ancak insani bakış ile kaldırılabilir. Ama kanun var diyenlere kanunlarınızın gözü çıksın insanlıktan daha büyük kanun mu var.
Genel bir giriş olarak hazırladığım üniversite çalışanları sorunları yazılarımız özele inerek devam edecektir. Sadece sorun tespit etmek değil çözüm önerileri de sunmaya çalışacağız. Amacımız daha huzurlu yaşanabilir bir dünya tesis edilmesinde olumlu katkı sağlamaktır.
Son Kale
1
“De ki: Muhakkak benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir”
Bosna’da kanın oluk oluk aktığı günlerdir. Şehir bombardıman altındadır ve keskin nişancılar gizlendikleri yerlerden gördükleri insanları avlamaktadır. Bu esnada sokak başında bir adam belirir. Ne atılan bombalara ne patlamalara umursamadan emin adımlarla yürümektedir. Bu tabloyu ve cesareti gören bir kadın seslenir.
-Babo top mermileri düşüyor ve siz hala yürüyorsunuz bu nasıl bir yürüyüştür? Yere yatın!.
Babo (Aliya İzzet Begoviç) kadına döner:
-Bu üzerinde çok düşünülmüş ve planlanmış bir yürüyüştür… Bismillah, der ve yürür. Bu yürüyüş Allah’ın izni ile Bosna’ya özgürlüğü getiren yürüyüştür.
Son Kale söylenmesi gerek sözlerin açıkça söylenmesi için düşünülmüş bir köşe olacaktır, çekincelerin, korkuların, beklentilerin etkisi ile cesur dillerin suskunluğa mahkûm kaldığı bir ortamda söylenmeyeni ve söylenemeyeni söylemek için, durum tespiti ve şahitlik için sığınağımız ve barınağımız olacaktır. Son Kale asla tarafsız olmayacaktır. Hak bildiğimiz yıllarca doğru olduğuna iman ettiğimiz ve merkezine insanı alan düşüncelerin ve eylemlerin tarafıdır. İnsan hayatını kolaylaştıran her türlü güzelliğin yanında, aksi tüm uygulamaların karşısında olacaktır. Katı bürokratik, içine insan girmemiş ve sinmemiş kısaca insan kokmayan bütün yasaların, yönetmeliklerin, uygulamaların, despotizmin ve mobingin düşmanıdır.
Son Kale mücahittir; inandığı değerleri için mücadele etmeyi sever, savunur, yayılması için her türlü imkânı kullanır. Son Kale mücahitken, müteahhit olan eski arkadaşlarına söylenmesi gereken sözleri çekinmeden söyler. İkaz eder. Yanlışlarını haykırmaktan çekinmez.
Son Kale bir sendikacıdır; hak arama ve çalışanların ekonomik, sosyal ve hukuki sorunları üzerine korkusuzca gider. Çalışanları mobinge mahkûm olarak yaşatan bütün yasaların düzeltilmesi için mücadele verir. Keyfi uygulamaları ile çalışanlara çalışma ortamlarını zindan eden amirleri ifşa eder, ikaz eder.
Son Kale bir insan hakları savunucusu bir aktivisttir, mazlumun, masumun, ezilmişin yanında yer alır. Toplumda oluşan yaraların onarılması için tespit eder, şahitlik yapar, harekete geçirir. Dünya üzerinde dokunulmamış bir masum yürek olmasın ister. İyilik her yere yayılsın, zulüm dünyadan silinsin ister. Hiçbir ideolojinin, dünyada kargaşa çıkarmamış mazlum bir insanın yaşamak hakkından daha önemli olmadığına inanır. Dünyaya hiçbir zarar vermemiş bir çocuğun elinden annesinin babasının ve hayatının alınmasını istemez.
Son Kale Mazlum Coğrafyalarda yaşayan insanlar için “umut ülke” olan ülkesi Türkiye için hasmane, zalimane, cümleler kuran, tuzaklar hazırlayan, hainlik düşleyen bütün oluşumların düşmanıdır.
Son Kale sonu “izm” ile biten bütün ideolojilerden uzaktır. Kendisini tanımlamak için “Elhamdülillah Müslümanım” cümlesini yeterli görür. İnançlara saygılıdır saygı gördüğü sürece, insanların mazlumluğuna din, dil, ırk gibi kişinin seçme şansının olmadığı dogmatik olaylar üzerinden bakmaz, insan olmak ortak paydası noktasında imanının gereği olarak davranış gösterir.
Son Kale inşallah bir ses olacaktır. İnşallah insan orada kendini bulacaktır. Yürüyüşümüz hayırlı olsun dua’sı ile………